19 Mayıs 2012 Cumartesi

Maksim Gorki

   Bu aralar asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan fakat Maksim Gorki adıyla tanınan Rus yazarın "Benim Üniversitelerim" kitabını okuyorum. Bu kitabı bana Oğuz Atay önerdi. Evet evet yanlış duymadınız Oğuz Atay. Merhum rüyana mı girdi de önerdi diyenleriniz olabilir. Olsun deyiniz fakat Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" adlı kitabını okuyanlar benim neden böyle dediğimi anlayacaklardır. Bir kitabı okurken yazarın başka kitapları ballandıra ballandıra anlatmaları okuduğum kitabı yarım bırakıp anlattıkları kitabı okumaya başlamama neden oluyor. Bende Oğuz Atay'ın kitabını bitirirken bir yandan da "Benim Üniversitelerim" i okumaya başladım. Birazdan vereceğim metinleri okuduktan sonra siz de benim gibi Oğuz Atay haklıymış diyeceksiniz.
     İlk önce Maksim Gorki'yi biraz tanıyalım. Çünkü yazdıkları kadar hayatı da bir o kadar ilgi çekicidir. Gorki (1868-1936), Ninji-Novgorod'da doğdu. Henüz çocukken öksüz kalan Gorki, büyükbabasının yanında büyüdü. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin üzerinde büyük bir etkisi vardır. Yalnızca birkaç ay okula gidebilmiştir. Onbir yaşında çırak olarak çalışmaya başlar ve Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanır. Gorki'yi bir gemide bulaşıkçılık yaparken okuma merakı salar. Gençlik yıllarını Kazan'da geçirirken intihar girişiminde bile bulunmuştur. Hayatı yoksulluk ve acıyla geçtiği için Rusça'da acı anlamına gelen "Gorki" takma adını kullanmıştır.  Yazarlıkla hayatını kazanmaya başlayana kadar hiç durmadan, değişik işlerde çalışıp durmuştur.
     Öğrenim göremeyen Gorki kendi kendini yetiştirir ve Rusya içinde uzun gezilere çıkar. Bu geziler sırasında devrimcilerle tanışır. Birara tutuklanır fakat kamuoyunun yoğun baskısıyla serbest bırakılır. Gorki; halkın ve sıradan insanların yanısıra ezilen yığınları ve onları başkaldırılarını da romanlarına yansıtır. Ayrıca Gorki 1 Mayıs Marşı'nın söz yazarıdır. 
    Oğlunun 1935'teki ölümünü takiben Gorki'de 1936'da ölmüştür. Her ikisinin ölümü de şüphe altındadır. Zehirlendikleri iddia edilmiş fakat kanıtlanamamıştır. 1938'de Gorki'nin NKVD (Rusya İçişleri Halk Komiserliği) başkanı tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.
   "Benim Üniversitelerim" adlı okuduğum kitabında yaşamının bir kesitini anlatmış. Her ne kadar çevirisini okusam da (ki burada çevirmenlere de büyük iş düşüyor) akıcı bir dili var ve tasvir yeteneği çok güçlü. Toplumun değişik katmanlarındaki kişileri tecrübeleri ve izlenimleriyle realist bir biçimde aktarmış.
   Evet şimdi  Maksim Gorki'den seçtiğim bir kısım metinleri okuyalım :

               -                      -                         -

   "Gelişme insanoğlunu avutmak için uydurulmuş bir kavramdır" dedi. "Yaşam akla uygun değil, her türlü anlamdan yoksun... Tutsaksız gelişme olmaz olamaz! Çoğunluk azınlığa boyun eğmezse 'İnsanlığın gelişmesi' denilen çark durur. Yaşantımızı kolaylaştırmaya çalışıyoruz derken, onu daha da zorlaştırıyor, emeği çoğaltıyoruz. Fabrikalar makinalar niçin? Daha çok makina yapabilmek için değil mi? Aptalca birşey bu! İşçiler gitgide çoğalıyor. Oysa yalnız ekmeği üreten köylü lazım bize. Ekmek, emek harcayarak doğadan alınacak yararlı tek şeydir. İnsanın ihtiyacı ne kadar az olursa, o kadar mutlu olur. İstekler çoğaldıkça özgürlük de azalır..."
   Belki tek tek bu sözcükleri değil ama, bu şaşırtıcı fikirleri, hem de böyle sipsivri, çırılçıplak bir halde ilk kez duyuyordum. Heyecandan konuşması çığlık halini alınca susuyor, gözlerini iç odalara açılan kapıya korku ile dikiyor, bir an sessizliği dinliyor ve tekrar aynı taşkınlıkla mırıldanmaya başlıyordu :
   "Şunu iyi bil: Çok az şey gereklidir insanoğluna; bir parça ekmek ve bir kadın..."
  Kadından, gizemli bir fısıltıyla, bilmediğim sözlerle, okumadığım dizelerle söz etmeye başlayınca, birden hırsız Başkin'i anımsattı bana.
       ...
   
   "Dünya'yı yöneten aşk ve açlıktır!" diyen adamın ateşli mırıltılarını dinlerken, bu sözlerin "Çar ve Açlık" devrimci broşürünün başlığı altında dizili olduğunu anımsadım. Bu anı da düşüncelerime özel bir anlam verdi.
   "Unutma, insanlar avunmak istiyor, bilgi değil"
       ...

   "Siz bizimle birliktesiniz, ama bizden değilsiniz. İşte demek istediğim bu. Aydınlar huzursuzluktan hoşlanırlar. Onlar, çok eski devirlerden beri ayaklanmalara katılmışlardır. İsa'nın idealist olduğu ve dünya dışı amaçlar uğruna ayaklandığı gibi, tüm aydınlar da bir ütopya uğruna ayaklanıyorlar. İdealist bir amaç için ayaklanıyorlar, ama onunla beraber işe yaramayan alçaklar, reziller, yeryüzünde kendilerine bir yer bulamayan ipsiz sapsızlar da ayaklanıyor... İşçi niçin ayaklanır? Devrim için, üretim araçlarının ve üretimin haklı bir şekilde paylaştırılmasını sağlamak için. İktidarı tamamen ele geçirdikten sonra devletle uyuşacaklarını mı sanıyorsunuz? Asla! Hepsi dağılacak ve herkes kendi çıkarına göre bir düzen ve sadece kendisi için rahat bir köşecik kurmaya çalışacak. Teknik mi diyorsunuz? O boğazımızdaki düğümü daha da sıkıyor, bizi daha da sağlam bağlıyor. Hayır, gereksiz zahmetten kurtulmalıyız. İnsan sessizlik ister. Fabrikalar, bilimler rahatlık getirmeyecektir. Bireyin ihtiyacı azdır. Bana sadece küçük bir ev yetiyorken ne diye kent kuracakmışım? İnsanların toplu olarak yaşadıkları yerde su yollarına, kanalizasyona, elektriğe gerek var. Ama bunlarsız yaşamayı bir deneyiniz, göreceksiniz ne kadar rahat edeceksiniz ve yaşam ne kadar kolay gelecek size. Hayır, bizde pek çok işe yaramaz şey var ve bunların hepsi de aydınların yüzünden. Bu inançla diyorum ki: Aydınlar zararlı bir sınıftır!..."
  Ona, hiç kimsenin biz Ruslar kadar yaşamı bu denli derin ve keskin bir şekilde anlamsızlaştıramadığını söyledim. Arkadaşım gülerek :
   "Rusça en özgür ulus biziz de ondan" dedi, "Yalnız darılmayınız, doğru söylüyorum ben; milyonlarca insanımız benim gibi düşünüyor, ama ne yazık ki söylemesini beceremiyorlar. 
   Yaşamı elimizden geldiğince sadeleştirmeye çalışmalıyız. Göreceksiniz o zaman insanlara karşı bu denli acımasız olmaz."
  Onunla konuşmamızdan sonra elimde olmayarak düşünüyordum. Ya milyonlarca Rus, gerçekten de devrimin ağır işkencelerine, ruhlarının derinliklerinde, sadece çalışmaktan kurtulma umudu besleyerek katlanıyorlarsa ne olacak? Az emek çok zevk... Bu gerçekleşme olasılığı bulunmayan her ütopya gibi çok çekici ve sürükleyici bir şey.
     Henrih İbsen'in şu şiirini hatırladım:

    "Ben mi tutucuyum? Asla!
    Neydiysem bugüne dek, hep aynı şeyim.
    Sevmem yerini değiştirmeyi taşların.
    Ama bütün oyunu karıştırmak isterim.
    Yalnız bir devrim anımsıyorum, en akıllısı
    Yıkabilirdi, boğabilirdi herşeyi.
    Anlıyorsunuz değil mi?
    Tufan'dan söz ediyorum.
    O zaman da aldattılar şeytanı,
    Diktatör oldu Nuh, biliyorsunuz.
    Daha dürüst yapabilseydiniz siz
    Yardıma koşmaktan kaçınmazdım.
    Uğraşın bakalım siz Tufan için.
    Kendimce iyiyi ben yapacağım.
    En büyük sevinçle Nuh'un gemisine
    Torpili atacağım..."

   

   










3 yorum:

  1. "Bana sadece küçük bir ev yetiyorken ne diye kent kuracakmışım?" doğru, hep daha fazlasını istiyoruz ve bu bize daha çok sorun yaşatıyor aslında.. emekli insanların onca yıl sonra gelişmiş şehirlerden kaçmaları ve hayatlarını başka yerlerde kurmaları iyi ve basit bir örnek aslında. Herkes basit ve yeterli o yaşamı özlüyor. Bu yaşta ben bile özlüyorum

    YanıtlaSil
  2. Aynen. Ama biz insanlar maalesef bencil, açgözlü ve doyumsuz canlılarız. Aslında oturup biraz düşünsek bunların farkına varacağız fakat düzen öyle bir kurulmuş ki düşünmeye fırsatımız yok hep birşeylerle meşgulüz hep biyerlerden biyerlere koşuşturuyoruz, hep daha iyisini, daha fazlasını istiyoruz. İhtiyacımız olan şeyler aslında çok küçük ve basit şeyler.

    YanıtlaSil
  3. ''İnsan, ne denli az isterse o denli mutlu olur; istekler arttıkça, özgürlüğünü yitirir.''

    Maksim Gorki – Benim Üniversitelerim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/maksim-gorkinin-benim-universitelerim-adli-romanindan-10-etkileyici-alinti/

    YanıtlaSil